Wednesday, December 28, 2011

kadını korumak....

İnsan doktora tezini "1950lerde türkiyede üreme politikası" üzerine yazınca, üreme ve aile ile ilgili ne söylense kulağı açık, delik oluyor....
memlekette her gün 3 kadın öldürülünce, adından kadın kaldırılan ve yerine "aile" yerleştirilen bakan ve bakanlık, kadın örgütlerinin yoğun çabası sonucunda harekete geçti.
Kadını şiddetten koruma tasarısı, kadın örgütlerinin geri bildirimlerini de - bölük pörçük de olsa - alarak oluşturuldu. Yüzdü yüzdü kuyruğuna geldi ve Bakanlar Kurulunu'nun kapısını çaldı.
ve.... bakanlar kurulundaki ERKEKLER dediler ki.... "yakın ilişki yaşayanlar" ifadesi atıldı. Tedbirler sadece resmi nikâhlılar, boşananlar ve nişanlılar için geçerli olacak.
bu haber üzerine cnnturk'teki medya mahallesi programında bir gazeteci dedi ki, "aile içindeki kadının korunması normal zaten"....
sıklıkla ataerkil ve muhafazakar akıl tarafından kullanılan bir sav bu...kadın "birey" olarak değil, yüklenen görevleri üzerinden tanımlanan, aileye - dolayısıyla doğurma ve bakım işlerine - içkin bir "nesne"ye dönüşür.
Korunması gereken kadın, "sahibi - içkinliği" olan kadın olarak karşımıza çıkar. ilgili kodların dışında kalan kadının korunması ise, zaten, hem gerekli değildir, hem de makbul değil....
yani örneğin ben 29 ekim'de evlenen bir kadın olarak koruma hakediyorum ama 28 ekim'de etmeyecektim. zira biz hiç nişanlanmadık :P
2011 yılında sıklıkla aklıma düştü... ne çok benziyoruz 1950lerin diline ve aklına...
hayırlara vesile olsun bu akıl....

Wednesday, December 07, 2011

sertifika hangi kaygılara gark eder...


bu aralar devamlı bir gözden geçirme süreci yaşıyorum döngüsel olarak... gün içinde olanlar, bana son deneyimlediklerimi hatırlatıyor...
sertifika programını yeniden yapılandırmak gibi bir derdimiz var bu ara... nasıl yapalım, kime yönelik olsun, dersler ve içerikleri derken nasıl bu noktaya geldiğimizi konuşmaya başladık...

program, aslında sivil toplum örgütlerini güçlendirmeyi, daha işletme dili ve kafası üzerinden, kapasitelerini amaçlayan bir yapıydı. Başlangıçta, katılımcılar, programın içindeki tartışmalar, destekleyen sivil toplum örgütleri, kısaca tüm paydaşlar bütüncül bir güçlenme peşindeydi.
zaman geçtikçe, durum değişti. nasıl mı? şöyle ki... daha parçalı bir gelişim amaçlandı... örgütten ziyade, daha katılımcı odaklı... kariyere hizmet eden bir yapıya dönüştü... hatta cv'ye demek lazım belki de...
neden cv dedim... şu yüzden efendim... çok değil, bundan 3 sene önceki programda bir katılımcı derslere gelmiyor. malum programın amacı da katılımcıların derslere katılımlarını ve birbirlerinden öğrenmelerini sağlamak.
biz de bir yandan üniversite olduğumuz için, öte yandan katılımcıların derslere gelişlerini teşvik etmek için yoklama alıyoruz. yoklama ile ilişkili olarak da diyoruz ki "ey dostlar, bizim amacımız toplam 80 civarı saat ders var ya... hah işte bu süreçte en fazla programın %10'nu kaçırın, olur mu? eğer 8 saatten fazlasını kaçırırsanız derslere gelmeyin demiyoruz, ama bu durumda bir karşılık koymak için, ee zaten siz de sertifika için gelmediğinize göre bu yoklamayı aşanlara sertifika veremiyoruz diyoruz"....
derslere gelmeyen katılımcıya dedim ki, "arkadaşım, 12 saattir gelmiyorsun... çoktan sınırı geçtin. biraz toparlamak lazım, bir daha gelmemezlik yapmazsan idare ederiz, olur mu?"
olur dedi... çok teşekkür ederim dedii...
ertesi hafta konuk bir konuşmacımız var... ben de yoklama listesi ile derse gittim. elimde geçen haftaların yoklama listesi. amacım da tüm sınıfta dolaştırayım da, eğer eksik ya da yanlış bir yoklama olduysa katılımcılar düzeltsinler. imza atamadıkları olduysa, imzalarını atsınlar...
derste oturuyorum. sınıfta kim var, kim yok gözden geçiriyorum. katılımcıların başlattığı bir yoklama listesi önüme geldi. tam "yaw arkadaşlar ben zaten yoklama listesi getirmiştim" diyecektim ki..." fark ettim ki yoklama sorunun var diye konuştuğum Mister Valala, artık Mister Valala diye anacağım, katılımcıların dolaştırdığı listede 2 kere yazılmış...
alla alla... nasıl yani demeye kalmadan... Mister Valala'nın sınıfta olmadığını farkettim...
konuşmacı ara verdi, ben de sınıfa dedim ki "kim yazdı diye sormuyorum. ancak böyle bir programda, öğrenme değil, sertifika kaygısıyla imza atmanın biraz ayıp olduğunu düşünüyorum."

aradan 1 hafta geçti, Mister Valala derse geldi. ben de yapılanın ayıp olduğunu, zaten daha önce konuştuğumuzu ve ne gerek olduğunu sordum. Mister Valala, ne kadar yanlış anladığımı, buna benim kendisini mecbur ettiğimi söyledi. ben de Mister Valala'ya bunun zorunlu bir program olmadığını, ancak derslere devam edebileceğini söyledim. Bunun üzerine bağırmaya başladı ve onun kariyerine engel olmaya hakkım olmadığını, elbette ki bu programa kariyeri için devam ettiğini ve devam zorunluluğunun onu mecbur bıraktığını söyledi...
neyse... o şunu söyledi, ben bunu söyledim kısmını geçeyim...
Mister Valala sonunda sertifikasını aldı, çünkü ben o dille, o akılla daha fazla uğraşamadım. Mister Valala şu anda benim de çokça projelerinde yer aldığım bir örgütte çalışıyor...
Mister Valala kariyerinde ilerliyor....

Mister Valala'nın kariyerinde ilerlemesi hakkında konuşmanın anlamlı olduğunu düşünmüyorum. ancak programın kendisini, yapısını değiştirme konusunda benim için önemli bir gösterge oldu Mister Valala'nın durumu.
Ardından geçen 2 senede yaptığım diğer gözlemler de benzer sonuçları verdi. Şimdi yeni bir yapılanmaya giderken...
sertifikasyon modelini değiştirmenin tam zamanı diye düşünüyorum....
belli ki aklı değiştirmek çok kolay olmayacak.....

Tuesday, December 06, 2011

canım memleketim...

99 depremi hepimizin hayatını etkiledi... bazılarımıza etkisi büyük oldu, bazılarına ise daha sınırlı... benim hayatımı kökten değiştiren bir felaketti deprem... hayata bakış açımı, kurduğum ilişkileri, ilişki biçimlerimi.... her şeyi değiştirdi.... depremden hemen sonra sahada olmak, arkasındaki süreçte temel ihtiyaçların karşılanması için çalışmak derken öğrendim, kaydettim, uyguladım... aradan 12 yıl geçmiş... dile kolay...
12 yılda benim hayatımda depremin etkisiyle değişen dönüşen pek çok olay oldu...
van depremi'nin hemen ardından olan bitenleri takip etmeye çalışırken, bugün haberler beni bende ettiii... canım memleketim...

sakaryada 1300 haneyi, depremde hasar gören 1300 evi boşaltmaya karar vermişler... boşaltmaya ikna etmek için de doğalgaz, su ve elektriklerini kesmeye karar vermişler...
hımmmm.... 6 aralık 2011'de yapıyorlar bunu... kışın ortası... insanlar ne yapacak diye soruyorsanız, aşikar ki karar vericiler sormuyor, allah kerim... neyse.... insanlara bu güzide kararlarını ne zaman bildirmişler aciba dedim ben de kendi kendime... 24 kasım... 1999 değil, 24 kasım 2011.... yani 12 gün önce....


şimdi canım memleketim için sorulacak soru şu:
1999'dan beri insanların içinde yaşadığı hasarlı konutlar neden bugün 12 yıl sonra dert oluyor... dert edilmesin demiyorum... ama dert edilme biçimine huysuzlanıyorum...
o konutlarda yaşayan insanlar ne yapacaklar...
belli ki bavullarını alıp o evlerden çıkamayacaklar.... nereden mi biliyorum... çıkabilselerdi içeride oturmazlardı ki....

yani canım memleketim... 12 x 365 günün suyu çıktı da, aralık ayının güzide bir gününde, boşaltılmasına 12 gün kala mı haberdar ediliyor bu insanlar...
bravo valla....
kelimem bitti...
yine....
ne çabuk bitiyor bu kelimeler, bu ülkede onu hiç anlamıyorum işte...